1942 yılında, II. Dünya Savaşı'nın zor zamanlarında, Kuzey Kutbu'nun dondurucu sularında olağanüstü bir çatışma başlar. İzlanda'dan Sovyetler Birliği'ne doğru giden 35 sivil gemiden oluşan bir konvoy, savaşın seyrini değiştirebilecek derecede önemli yükler taşımaktadır. Ancak bu görev, sadece dondurmuş sularda gerçekleştirilen bir lojistik faaliyet değil; aynı zamanda insan iradesinin sınırlarını zorlayıcı bir hayatta kalma mücadelesidir.
Konvoya eşlik eden Müttefik donanması, onları Alman hava ve deniz güçlerinden korumakla görevli bir grup askerî unsurdur. Ancak, yüksek düzeydeki istihbarat hataları, konvoyun rotasını düşmanın saldırıları için savunmasız hale getirir. Engin buzullardan ilerleyen bu gemiler, kısa zamanda Nazi Almanyası'nın yoğun hava saldırıları ve denizaltılarının hedefi haline gelir. Patlayan bombalar gökyüzünde parıldarken, su yüzeyi alevler ve enkaza gömülür.
Gemi mürettebatının büyük bir kısmı deneyimsiz sivil denizcilerden oluşmaktadır. Ne ağır makineli tüfek kullanmayı ne de bomba saldırılarında dayanmayı öğrenmişlerdir. Ancak geri dönme fırsatları yoktur. Kar fırtınaları görüş mesafesini neredeyse sıfıra indirirken, -40 derece soğukta korku ve cesaret birbirine karışır. Her geçen saat, hem fiziksel hem de zihinsel bir sınav niteliğindedir.
35 gemiden yalnızca 12'si, nihai varış noktası olan Sovyet limanına ulaşmayı başarır. Bazıları donarak hayatını kaybeder, kimileri ise gemileriyle birlikte derin sularda kaybolur. Bu trajik olay, savaş tarihine "PQ-17 Konvoyu" olarak geçer; insan hatalarının, direncin ve fedakarlığın bir sembolü olarak kabul edilir.
Bu etkileyici anlatım, dinleyiciyi Kuzey Kutbu'nun dondurulmuş mezarlarına götürürken, savaşın yalnızca cephelerde değil, aynı zamanda açık denizlerde ne denli acımasız olduğunu gözler önüne seriyor.