1924 yılının sıcak bahar ışığı, İngiltere’nin geniş ve sakin alanlarını aydınlatırken, katı sosyal sınıf ayrımlarının ağı içinde yalnızlık çeken genç hizmetçi Jane Fairchild, hayatında hiç unutmayacağı bir güne uyanmıştır. Ailesinden kimseyi yanında bulamayan Jane, o özel gününde çalıştığı Niven ailesinin iznini almıştır. Ne kendisini ziyarete gelecek bir akrabası ne de onu bekleyen bir evi vardır; fakat bu yalnız zaman, aslında gizli bir arzunun başlangıcını simgelemektedir.
Jane'in yıllar boyunca sürdürdüğü derin ve gizli ilişki, komşudaki zengin ailenin varisi Paul Sheringham ile devam etmektedir. Paul, yakında toplumsal beklentilere uygun birisiyle evlenerek hayatına devam edecek. Ancak Anneler Günü, bu iki farklı dünyadan gelen bireyleri, zamanı durduracak bir öğle saati boyunca bir araya getirir. Terkedilmiş ev, kapalı perdeler ve yatak odasındaki fısıldamalar, hem tutkuyu hem de kaçınılmaz ayrılığı gözlemleme fırsatı bulur.
Paul ile geçirdiği bu özel gün, Jane için yalnızca fiziksel yakınlık sağlamaktan daha fazlasıdır; bu, kaderini değiştirecek bir dönüm noktasıdır. O günün sonunda meydana gelecek bir felaket, Jane’in yaşamında derin bir etki bırakacak ve onu sadece bir hizmetçi olarak kalmaktan çıkararak, yıllar sonra yazar olma yolunda ilerleyen bir kadına dönüştürecektir. Ait olmadığı bir dünyada yaşadığı bu yasak ilişki, zamanla Jane’in içsel özgürlüğünü, kadınlık bilincini ve yazma yeteneğinin gücünü keşfetmesine imkan sağlayacaktır.